Avrupa’nın Krizi ve Avrupa Milliyetçiliği

Avrupa’nın Krizi ve Avrupa Milliyetçiliği

Kıta Avrupası’nda ne olursa olsun, İngiltere her daim bağımsız bir güç olarak kaldı; kendine ait güçlü bir donanması oldu ve Avrupa’daki güçler dengesini kendi çıkarları için kullanabildi. Londra, Avrupalı güçlerin ilgi odağını,

George Friedman - Stratfor Başkanı

2008 yılı ve öncesinde Avrupa’yı ziyaret ettiğimde, Avrupa’nın “tek bir birleşik siyasi birim” olarak ortaya çıkmayacağı fikri, birçok lider tarafından “aykırı bir düşünce” olarak görülürdü. Avrupa teşebbüsü, kaçınılmaz olarak birleşmeye doğru yönelen, ilerleme halindeki bir çalışma olarak görülürdü. Bir grup millet, ortak bir kader doğrultusunda bir sorumluluk yüklenmişlerdi.

2008 yılında çekirdek bir vizyon olarak kabul edilen şey ise, şimdilerde yok oldu. Zamanında tasavvur dahi edilemeyen bir şey –yani, geleneksel ulus devletin üstünlüğü-, artık herkes tarafından alenen tartışılıyor ve Avrupa’nın kısmen veya külliyen (örneğin, Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkarılması gibi) devredilmesine yönelik adımlar üzerinde düşünüp taşınılıyor. Bu hiç de göz ardı edilecek bir durum değil.

Avrupa, 1492’den önce, görece olarak küçük, soğuk ve yağmurlu bir toprak parçası üzerinde mücadele veren küçük ulusların su birikintisini andırıyordu. Ancak, teknolojik değişimler, Avrupa’yı uluslararası sistemin merkezi haline getirdi: derin sularda seyrüsefer gündeme geldi!

Uzun menzilli gemicilik faaliyetlerinde bulunabilen kuruluşlar, Kıta’nın seyrüsefere elverişli nehirlerinde birbirleriyle rahatlıkla iletişim kurmaya başladılar; böylelikle nehirlerin “sermaye yaratma kapasitesi” oldukça yükseldi. Derin sulardaki seyrüsefer sayesinde, birçok Avrupalı ulus, Avrupa dışında geniş topraklara yayılan imparatorlukları fethedebildiler. Bu ulusların birbirleriyle çok yakın mesafede oluşları ise, daha önce dünyanın hiçbir yerinde işitilmemiş bir hızla gerçekleşen teknolojik inovasyonların ve ilerlemenin önünü açtı.

Dolayısıyla, bütün olarak Avrupa çok zengin oldu; imparatorluk inşa süresi oldukça uzaklara dek erişti; savaşlarda ehilleşildi. Avrupa kültürel ve ekonomik boyutları kısıtlı bir su birikintisiyken, kısa süre içinde dünyanın motoru haline geldi.

Kıta içinde Avrupa’nın giderek artan ekonomik gelişimini gölgede bırakan tek şey, iç çatışmalarının artan gaddarlık düzeyi oldu. Kıta dışında ise, Avrupa, ekonomik hedeflerine erişmek için gereken askeri gücü –ve askeri hedeflerine erişmek için gereken ekonomik gücü- uygulama yetisini kazanmıştı. Özellikle Güney Amerika başta olmak üzere dünyanın bazı bölgelerindeki refahın acımasızca gaspedilmesi ve boyun eğdirilen diğerlerine de (özellikle Doğu ve Güney Asya) bir takım ticaret sistemleri dayatılması, çağdaş düzenin temellerini kurmuştu. Geleneksel sistemlerin bu şekilde bir değişime uğraması ise, Avrupa’nın refahını çarpıcı biçimde artırdı.

Ancak, “motor” demek “birleşik” demek değil; ve Avrupa’nın refahı, her bir köşesine aynı oranda yayılmıyor. Bu refahtan hangi ülke yararlanırsa, askeri güce tahsis edilecek kaynakları edinmede daha fazla avantajı olacak; ve böylelikle diğer ülkeleri de kendisiyle ittifak kurmak üzere teşvik edebilecek. Bunun sonucunda ise, dünya çapındaki öncü bir konuma erişen imparatorluğun, tek bayrak altında tüm Avrupa’yı bir araya getirmesi gerekiyor. Ancak, her ne kadar birçok kez girişimde bulunulmuş olsa da, böyle bir sonuca hiçbir zaman ulaşılamadı. Avrupa, dünyaya hükmedip onu şekillendirirken, aynı zamanda kendi içindeki savaşları durduramadı ve bölünmüşlüğünü sürdürdü.

Bu çelişkinin ardındaki nedenler ise, oldukça karmaşık. Bence, sorunun anahtarı, her zaman için Manş Denizi oldu. Avrupa’nın egemenlik altına alınması, büyük çapta bir kara gücünü gerektiriyor. Dünyanın egemenlik altına alınması ise, deniz ticaretine yönelik olarak donatılmış bir donanmayı zorunlu kılıyor. Hiçbir Avrupalı güç, Manş Denizi’ni geçip, İngiltere’yi yenmeyi ve onu Avrupa’ya doğru itmeyi başaracak donanıma erişemedi. İspanyol Armada’sı, Fransa’nın Trafalgar’daki donanması ve Luftwaffe… Bunlardan hiçbirisi, İngiltere’yi işgal edip, boyunduruk altına almak için gereken koşulları yaratamadı.

Kıta Avrupası’nda ne olursa olsun, İngiltere her daim bağımsız bir güç olarak kaldı; kendine ait güçlü bir donanması oldu ve Avrupa’daki güçler dengesini kendi çıkarları için kullanabildi. Londra, Avrupalı güçlerin ilgi odağını, İngiltere’den başka alanlara kaydırıp, genellikle kendi aralarında didişmelerini sağladı. Napolyon’un mağlubiyetinden sonra ise, Kraliyet Donanması, Avrupa’nın gördüğü en güçlü imparatorluğu yarattı; ancak kendi başına Kıta’nın tümü üzerinde egemenlik kuramadı. (Avrupa’nın diğer coğrafi özellikleri, Avrupa’nın birleşmesini zorlaştırıyor. Yine de, tüm bunların üstesinden er ya da geç gelindi; ancak Manş Tüneli bir türlü aşılamadı…)


Başlıca Gerilim Unsurları

Avrupa’daki temel gerilim kaynakları, 1871’de Almanya’nın birleşmesi ve ardından bu ülkenin Avrupa sistemine dahil edilmesi gereksinimiyle üst düzeye ulaştı. Almanya, Avrupa’nın ayrılmaz ve hazmedilmez bir parçasıydı. Sonunda Avrupa’da genel çapta iki savaş patlak verdi ve sonuçları felaket oldu. İlki 1914’te başlayıp, 1945’te Avrupa’nın ABD ve Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesiyle sona erdi. Avrupa’daki emperyal sistem çökmüştü. Avrupa ekonomisi harap olmuş, halkı ise bir moral krizine ve elitlerine dair bir güven kaybına uğramıştı. Avrupa’nın artık imparatorluk olmaya dair hiçbir ilgisi ve iştahı kalmamıştı.

Avrupa’yı bitkin düşüren sadece savaş olmadı, aynı zamanda iki büyük unsurunun kendi içinde yaşadığı ruh hastalıkları da etkili oldu. Hitler Almanya’sı ve Stalin Rusya’sı, jeopolitiğin önceden belirlenmiş yasalarına göre davranacak yerde, hem kendi vatandaşlarını katletti, hem de pek anlaşılır olmayan sebeplerle işgal ettikleri ülkelerde yaşayanları. Bence, iki dünya savaşının bu iki ülke üzerinde uyguladığı baskı ve katliam, kolektif düzeyde bir ruhsal çöküş yarattı.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupası’nı anımsayın. Öncelikle, 450 yıllık küresel bir maceradan geçmişti; giderek artan ve ölüm saçan savaşlar yaşamıştı. Ve en sonunda varını yoğunu çarçur etmişti. Avrupa’da Almanya gibi bir ülke –yani birçok açıdan Avrupa medeniyetinin en yüksek ifadesi olan bir ülkeden söz ediyoruz- eşi benzeri görülmemiş barbarlık düzeylerine inebildi. Son kertede, Avrupa, Amerika’nın tarihin periferisinden gelip işgalci bir güç rolü oynamasına da tanıklık etti. ABD, Avrupalıların imrendiği bir profil çizmişti: istikrarlı, müreffeh, birleşik ve ekonomik/siyasi/askeri iradesini farklı bir kıtadaki büyük güçler üzerinde uygulayabilecek yetide bir ülke. (Ruslar, Avrupa’nın parçasıydı ve Avrupa paradigması içinde açıklanabilir. Dolayısıyla Avrupalılar Rusları hafife alırken, Ruslar halen ailenin bir parçası olan ve Avrupa kurallarını az çok uygulayan, yoksul kuzenler olarak görülüyordu.) Yeni ve benzersiz olan şey ise, ABD’nin Avrupa üzerinde kale gibi yükselmesiydi.

Çelişkili olarak, Avrupa’nın geleceğine ilk şekli veren de ABD’nin bizzat kendisi oldu. Buna Batı Avrupa ile başladı. İkinci Dünya Savaşı’ndan elde edilen sonuç, ABD ve Sovyetler Birliği’ni, Almanya’nın tam merkezine taşıdı ve bu ülkenin bölünmesine neden oldu. Yeni bir savaşın patlak vermesi olasıydı; ve Soğuk Savaş gerçekliği ve bundan ileri gelen riskler açıkça ortadaydı. ABD’nin Sovyetleri durdurmak için birleşik bir Batı Avrupa’ya gereksinimi vardı. Avrupa’yı ve ABD’yi hem siyasi hem de askeri olarak entegre edebilmek için NATO kuruldu. ABD ayrıca Avrupa içinde ve Kuzey Amerika ile Avrupa arasında ekonomik işbirliğini teşvik ederek, AB’nin öncü oluşumlarına zemin hazırladı. Soğuk Savaş yılları boyunca, Avrupalılar, tam olarak tanımlanmayan bir şekilde, birleşik bir Avrupa kurmak üzere ulus-aşırı bir proje geliştirdiler.

Birleşmeye dair bu güvenin ardında iki neden vardı:

1. Soğuk Savaş ve kolektif savunma;

2. Avrupa’nın 20.yüzyılın korku dolu ikliminden yeniden dirileceğine dair beslenen umut.


1871’de Almanya’nın birleşmesinin bazı çatışmalar yarattığı ve Almanya’nın 1945’te bölünmesinin ise Avrupa’ya yeniden istikrar kazandırdığı düşünülmüştü. Aynı zamanda Avrupa süregelen bir yakın-savaş durumunu daha fazla yaşamak istemiyordu. Avrupalılar, tarihlerinin üstesinden gelmek için bir yol arayışındaydılar.

Buradaki sorunlardan biri, Almanya’nın durumuydu. Daha derinlerde yatan sorun ise, milliyetçilikti. Avrupa sadece fetih yoluyla tek bir bayrak altında bir araya gelmede başarısız olmakla kalmadı; aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı büyük imparatorlukları yerle bir edince, özgürlük mücadelesi veren bir dizi küçük devlet ortaya çıktı. İddiaya göre, 20.yüzyılı oluşturan tek şey Alman milliyetçiliği değildi; milliyetçiliğin kendisi de önemli bir etmen oldu. Dolayısıyla, Avrupa’nın görevi, milliyetçiliğin üstesinden gelmek ve Avrupa’nın ulusları birer siyasi veya ekonomik birim olarak değil, kültürel bir olgu olarak bir arada tutacağı bir yapı yaratmaktı. Aynı zamanda, bu sürece Almanya’yı da dahil ederek Almanya’nın sorunu çözülecekti.

Borçlardan Kurtulmanın bir Yolu

Avrupa Birliği, sadece yararlı bir ekonomik araç olarak değil, aynı zamanda Avrupa’nın borçlarından kurtulmasının bir yolu olarak tasarlandı. Ekonomi üzerine odaklanılması esastı. Bir askeri ittifak olmayı istemedi; çünkü bu tür ittifaklar, Avrupa’nın yaşadığı trajedinin kökenlerinde yer alıyordu. Bir yandan askeri meselelerin ortak bir Avrupa gücüyle değil, daha ziyade NATO ve ABD’yle bağlantılı olarak çözülmesine olanak tanıyıp, bir yandan da ekonomik meselelere odaklanan Avrupalılar, tarihlerinde büyük korku yaratan bir dönemi yeniden yaşamayı önlerken, aynı zamanda onları baştan çıkaran bir şeyin de peşinden gittiler: ekonomik refah. Buradaki fikir şuydu: Merkezi bir bürokrasinin düzenlediği serbest ticaret, milliyetçiliği yok edecek, refah yaratacak; ancak ulusal kimlikleri yok etmeyecekti. Ortak para birimi olan Euro ise, bu umudun yegane ifadesiydi. Avrupalılar, Avrupa çapında kurulacak bir yapının refah sağlayacağına, ancak Fransız, Hollandalı veya İtalyan kimliklerinin özünü yok etmeyeceğine inanıyorlardı.

İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan güvenlik ve refah döneminde dahi, bazı Avrupalılar, egemenliklerini devretme fikrinden geri durmuşlardı. Avrupa’nın birleşeceğine gönülden inanan birçok kişinin var olduğunu sandığı “uzlaşı” aslında yoktu. Ve bugün Euro’nun yaşadığı kriz, Avrupa’nın yıllardır karşılaştığı ilk ciddi kriz oldu; keza bunun sonucunda milliyetçilik var gücüyle yeniden ortaya çıkmaya başladı.

Son kertede, Almanlar Alman kaldı; Yunanlılar Yunanlı. Almanya ve Yunanistan, farklı değerler sistemi ve çıkarlara sahip olup, farklı bölgelerde konumlanmış, farklı ülkeler. Birbirleri için kendilerini feda etme fikri ise, şüphe götürür. Avrupa Birliği için kendini feda etme fikrinin ise, hiçbir anlamı yok. Avrupa Birliği’nin, refah vaadinde bulunma ve çatışmaları önlemek için bir yol sunma dışında herhangi bir ahlaki iddiası bulunmuyor. Tüm bunlar elbette önemli; ancak refah denilen şey durduğunda, bu kavramın ardındaki gerekçelendirmenin de önemli bir bölümü buhar olup uçuyor ve en azından siyasi açıdan anlaşmazlıkların önü açılıyor.

Almanya ve Yunanistan’ın, yaşananlardan “öteki”nin sorumlu olduğuna dair farklı açıklamaları var:

- Almanlara göre, sahip olmadığı bir parayla siyasi güç satın alarak, Yunan hükümeti bir sorumsuzluk örneği gösterdi. Euro bölgesine kabul edilmek için, ekonomik verileri üzerinde tahrifat yaptı.

- Yunanlılara göre ise, sorun, aslında, Avrupa’nın Almanlar tarafından soyulup soğana çevrilmesi. Almanya, Euro bölgesinin parasal politikasını kontrol altında tutuyor ve adil olmayan ayrıcalıklar sağlayan bir düzenleyici sistem kurmuş bulunuyor. Yunanlılara göre, tüm bu sistem, Almanya’nın ihracatlarına, ekonomik yapısına ve mali sistemine ayrıcalık ve avantaj sağlıyor.

Dolayısıyla her ülke, diğerinin bu durumdan “nemalandığı”na inanıyor.

Siyasi liderlere gelince, onlar da bir tür uyum arayışında; ancak ülkelerin birbirleriyle uzlaşma yeteneği, kamuoyu yüzünden giderek daha sınırlı hale geliyor. Keza halklar, bu uzlaşma fikrine bile olumsuz yaklaşıyorlar. En önemli konu, Almanya ve Yunanistan’ın farklı görüşte olmaları değil; daha ziyade bu iki ülkenin halklarının birbirlerini giderek “kendi bencilce çıkarlarının peşinden giden, yabancı bir gücün uyrukları” olarak görmeleri. Her iki taraf da, “daha fazla Avrupa” istediklerini söylüyorlar; ancak bir şartla: eğer “daha fazla Avrupa”, bir diğerinden istedikleri şeyden de daha fazla olacağı anlamına gelirse…

Fedakarlığın Yönetilmesi

Milliyetçilik, kendi kaderinizin kendi milletinize bağlı olduğu, yurttaşlarınızın ve sizin ise, diğerlerinin kaderine karşı kayıtsız kaldığınız inancına karşılık geliyor. Avrupacılık yanlılarının yapmaya çalıştığı şey, kendi kaderinizle başkalarının kaderi arasında bir tercih yapılmasını gereksiz kılan kurumları yaratmaktı. Ancak, bunu oldukça ihtiyatlı bir şekilde yaptılar: Avrupa’yı seveceksiniz, çünkü Avrupa müreffeh olacak. Ve Avrupa’nın tümü müreffeh olduğunda, kendi milletinizle başkalarının milleti arasında bir tercih yapmanıza gerek kalmayacak. Buradaki en büyük iddia ise şuydu: 'Avrupa, sadece fedakarlıkta bulunmanızı istemeyecek.' 20.yüzyılda yaşamış insanlar için, fedakarlıkta bulunmayacak olmaları, oldukça baştan çıkartıcı bir fikirdi.

Ancak elbette refah denilen şey gelir ve gider; ve giderken de fedakarlıkta bulunmanızı gerektirir. Ve fedakarlık –tıpkı refah gibi- her zaman için eşitsiz dağıtılır. Bu eşitsiz dağıtım, sadece gereksinimle değil, aynı zamanda kurumlar üzerinde kontrolü ve gücü elinde bulunduranlar tarafından belirlenir. Ulusal bir bakış açısıyla, gücü elinde bulunduranlar Almanya ve Fransa. Britanya ise, bu kargaşanın dışında kalmaktan mutlu görünüyor. Avrupa’nın geri kalanı ise zayıf konumda. Bu kesim, temel hakimiyeti Almanlara ve Fransızlara kaptırmışlar; ve şimdi de fedakarlığı yönetmenin külfetleriyle karşı karşıyalar.

Son olarak, Avrupa son derece müreffeh bir bölge olmayı sürdürecek. Avrupa’nın net değeri –yani ekonomik temeli, entelektüel sermayesi ve yönetimsel yetenekleri- dudak uçuklatacak düzeyde. Tüm bu nitelikler elbette buhar olup uçmuyor. Ancak, yaşanan kriz, bu yeteneklerin nasıl yönetildiğini, nasıl uygulandığını ve nasıl dağıtıldığını yeniden şekillendiriyor. İşte şu anda sorun bu noktada kendini gösteriyor.

Euro’nun geleceği bugün geniş kesimler tarafından tartışılıyor. Dolayısıyla, serbest ticaret bölgesinin geleceği gündeme oturmuş durumda. Almanya, kendi başına devasa bir ekonomi. Dünyanın diğer ulus devletlerinin çoğunun gayrisafi milli hasılasından çok daha fazla oranda yıllık ihracatı bulunuyor. Peki, Yunanistan veya Portekiz, Almanya’ya ihracat konusunda açık çek vermek istiyorlar mı gerçekten? Yoksa, daha ziyade ticareti kendi denetimleri altında mı yönetmeyi tercih ediyorlar?

İşte, bankaların ve politikacıların aslında endişelenmesi gereken mesele bu. En derinlerde yatan endişe kaynağı, milliyetçiliktir. Avrupa milliyetçiliği, her zaman için en temel motor olageldi. Bu milliyetçilik, aynı zamanda diğerine karşı duyulan kızgınlığın da kökenlerinde yatıyor. Avrupa, bu konuda emsalsiz değil elbette; ancak bu yüzden tarihteki en büyük felaketlerden bazılarını bizzat deneyimledi.

Tarihsel açıdan bakıldığında, Avrupalılar çok fazla kin beslediler. Kindarlıkların depolandığı ve ötekinden nasıl nefret edileceğinin anımsandığı bir sürecin başlarındayız; ancak bu sürecin içine girmiş bulunuyoruz. Bu dönemin nasıl yaşanacağı; politikacıların, finansal piyasa aktörlerinin ve medyanın bu kindarlıkları nasıl yorumlayacakları, Avrupa’nın geleceği açısından büyük etkiler doğuracak. Bunun sonucunda ulusal düzeyde bir ihanet hissiyatı doğabilir; yani tam Avrupa Birliği’nin önlemeye çabaladığı şey… (Stratfor)


Kaynak: http://www.stratfor.com/weekly/20110912-crisis-europe-and-european-nationalism

 



Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), yaklaşık 10 yıllık dönemde 12 milli, 1 yerli olmak üzere 13 motora imza attı.

Teknoloji

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasından endişe ediliyor

MHP lideri Bahçeli: Yeni bir dünya savaşı cinayettir

Vücutta kolay morarma o hastalığın habercisi olabilir!

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sıcaklıklar 30 derecenin üzerine çıkacak (Bu hafta hava nasıl olacak?)

TBMM açılıyor: Gündemde kripto para düzenlemesi var

Yerel seçim dünya medyasında: İstanbul 'büyük ödül', muhalefeti bekleyen tehlike

Avrupa bu itiraf ile çalkalanıyor... Polonya Başbakanı Tusk'tan savaş uyarısı: Hazır değiliz!

Yükleniyor